Sayfalar

20 Mayıs 2013 Pazartesi



"Teşekkür ediyorlar, çok yaşıyorlar, işe geç kalmıyorlar
Çeyrek altını önemsiyorlar, küresel ısınmayı ve beş çaylarını
Ortadoğu’yu ihtiyaç halinde seviyorlar, gökdelenleri her haliyle
Eve geç gelmeyi borsaya bağlıyorlar, geriye kalanları astrolojiye
Konuşan tartı’lardan korkmuyorlar bir de,
"Ben bazen korkuyorum"

Artist diyorlar erken ölenlere bir akşamüstü her yer kalabalık

Her yer kalabalık, üzgünüz yeteri kadar ve Rimbaud mahkemelerde sanık
Sırayla ölüyor kumbarası kırılmış çocuklar, tez konusu bile değiller
İçinde Ortadoğu geçmeyince şiir de olmuyor, bir şeyler kahrolsun!
"İşgal edilmiştir inandığımız tüm çiçekler!"



16 Mayıs 2013 Perşembe




Dünya'ya gönderildiğimizde hepimize, her rengin yer aldığı bir kutu verilir. Biz her hareketimizde, bu renklerden bir dokunuş, bir iz kondururuz. Ve aslında her birimiz kendi resmimizi çizeriz. Kimimiz farkında olmadan, kimimiz de duyumsayarak kullanır renklerini. Kimisi bastırarak ve hışımla, kimisi nazikçe ve incitmeden yapar bunu. Kimisi bazı renklerini erken bitirir, kimisi bitiremez, kimisi de tam çağrıldığında bitirir. Resmimizi düzgün yapmamız gerekir. Yanlış yapma durumumuz var. Bazen renklerimizi taşırabiliriz ama önemli olan doğru renkleri kullanıyor olmamız...

İyiliği Sıradanlaştırmak

7 Mayıs 2013 Salı


Leyla ile Mecnun'a isterse otuz sekiz Leyla daha girip çıksın... Ne bileyim, diline alıştığım için eskisi kadar güldürmesin isterse. Ama bırakmam abi ben bu diziyi. Niye biliyo musun? Çünkü bu bölümün sonunda Mecnun geri döndü Hidayet'i almaya. Hem de bir lütuf gibi değil. "Bak sen bize neler yaptın ama biz adamı bırakmayız yarı yolda" raconu keserek değil. Dünyanın en doğal şeyiymiş gibi geri geldi. "Nabıyon sen burda oğlum?" diyerek geldi.

Ben Leyla ile Mecnun'u hep severim abi. Neden biliyon mu? Çünkü altın lafını duydu mu gözü hiçbir şeyi görmeyen, Kral Arthur dönemine bile giden o paragöz Erdal Bakkal, bakkalındaki dönerle mahallenin kedilerini besliyor. Hem de bir lütuf gibi değil. "Bak ne kadar da iyilik sever bir insanım," diye başa kaka kaka değil. Dünyanın en doğal şeyiymiş gibi besliyor (ki öyle). "Tavuk dönerin tek müşterisi kediler, onlar da para vermiyor. Kaldıralım bu döner tezgahını" diyen çırağına, "Ölsünler mi açlıktan, Allah Allah!" diyor, o dünyanın en paragöz adamı...

Leyla ile Mecnun'u bırakmam, çünkü iyiliği sıradanlaştırıyor. Olması gerektiği gibi.... Kutsamıyor, öyle ne bileyim asalettir şudur budur gibi şeylere sos olarak kullanmıyor. Güzel seviyor, güzel bekliyor, güzel acı çekiyor... Güzelliği alıp hapsedildiği yerden, ekmeğin bütün dilimlerine bir bir sürüyor. Ekmeğimize reçel sürenimiz oluyor işte...

Özgürlük

3 Mayıs 2013 Cuma


Özgürlük nedir?

Bir işi bırakma kararıdır.

Marcel Proust’un dediği gibi “Gerçek yolculuk yeni kıtaları aramakla değil yeni gözlerle mümkün olur.”
Özgürlük, çocukluk hayallerinin gerçekleşebileceğine inanmaktır.

Özgürlük, yakanı hiç bırakmayan hayallere sonunda teslim olmaktır.

Hayallerinin sana ödeteceği bedele hazır olmaktır.

Özgürlük, kabulleniştir. Bu hayatın bedel ödetmeden hiçbir güzelliği sana sunmadığını anlamanın huzurudur. Böyle bir düşünce ile huzur kelimesi nasıl bir arada olur? Çaresizsen olur. Ancak çaresizsen. Dünyanın başka ülkelerinde insanlar yılın 6 ayı sadece bulaşıkçılık yaparak hayatlarını kazanıp  kalan altı ayda dünyayı gezebilirken ben burada ünvanımla, ülke ortalamasının epey üstünde gelirimle bi bok yiyemiyorsam, yani “gelişmekte” olan ülke vatandaşıysam ve prangalarıma, aç kalmadığım için şükretmekten başka çarem yoksa, kölelikten kurtulmak için katlanacağım açlık, umutsuzluk, çaresizlik de buyursun gelsindir, hoşgelsindir. En nihayetinde “nereye gidersem gideyim, gökyüzü benimdir”…


Çocukluğumdan beri bana şımarık derler. Öyleyim belki gerçekten. Daha hala tanıdığım insanlar “o kadar gezdin, kimse senin gibi yaşamıyor, yaşayamıyor, hala ne istiyorsun” diye soruyorlar.

Anlatamıyorsun ki “ben size soruyor muyum sizin eviniz arabanız var ama benim hiçbir mülküm yok, elimde sadece gezilerime dair anılarım var ve bunlar para etmiyor” diye… anlatamayacağım da.

Özgürlük, dünya böyle iğrenç, eşitliksiz bir yer olduğu müddetçe rahat uyuyamayacağını bilecek kadar vicdanlı olmaktır. Özgürlük vicdan sahibi olmaktır.

Özgürlük karşılıksız iyilik yapmaktır. Ama böylesi bir dünyada iyiliğinize “bak ben sana karşılıksız iyilik yapıyorum ve senden tek bir isteğim var, sen de birine, sırf bu dünyada hala birilerinin karşılıksızca iyi olabildiğini hatırlatabilmek adına, bir iyilik yapacaksın ve iyiliğimin karşılığında senden sadece bunu istiyorum” diyecek kadar ne istediğini bilmektir.

Özgürlük, sonradan görme zenginlerin arasında, iş gereği yaşamak zorunda kaldığında, afili kıyafetlerinin içinde, astları kimse sallamazken ve hatta hor görürken onlarla yemeğe çıkıp dönercide tabure üstünde yemek yiyerek tüm üstlerinin kınayan bakışları arasında sıradan, halktan olabilmektir. Özgürlük, insanların bakış açısını değiştirmektir. Birbirinden çalacağın ekmek yokken, sırf ortam rekabetçi diye birbirinin azına sıçan rekabetçi köpeklerin arasında, tüm stresine rağmen astlarına insan gibi davranabilmek, onlara en iyi düzeyde öğretmenlik, koçluk yapmaktır. Bunlar örnek sadece. Demem o ki özgürlük, boğulduğun bir ortamda bile hala vicdanlı kalabilmektir. Tavrınla, duruşunla örnek olabilmek ve hatta iğrenç bir iş ortamını, kendi menfaatinden fedakarlıkta bulunarak, ısrarla böyle durarak daha huzurlu bir ortama çevirebilmektir.

Sahi özgürlük nedir? Yani sizce? Nedir

Flying Dutchman

2 Mayıs 2013 Perşembe




   Evet gün gelecek artık anlatmanın bir anlamı olmayacak. Susacak her şey. Aklımda onlarca soru, bir yerlerde vanilya kokusu ile sabahlayacağım. Yılların getirdiği doygunlukla katlanamayacağım sohbetler olacak. Ben yazdım zaten bunları diyeceğim, aç oku, yorma beni...