Sayfalar

Soytarı Çağı

24 Mart 2012 Cumartesi

Günümüz dünyasında mutlaka "soytarı" olmalısınız.Olmazsanız ne mi olur?

Kimsenin umursamadığı,aldırmadığı kişiler olursunuz.Hatta daha kötüsü, bir soytarı olamazsanız soytarıların bile alay ettiği biri haline gelirsiniz.

Tartışma programlarında en çok soytarılık yapan kişi kazanıyor, maç programlarında en çok soytarılık yapan kişi izleniyor.Magazin,diziler,yarışma programları,konuklu konuksuz programlar vs. soytarılık yapmazsan tutmuyor.Soytarılığın ibresi yükseldikçe reytingler artıyor,cepler doluyor,taraftar çoğalıyor,soytarı olmayanlar bu halkaya dahil olmak için soytarı olmaya çoktan hazırlar zaten.

Malesef günümüz dünyasında soytarının gölgesinden türemiş, şarlatanlar var ve böyle olmasına da biz prim veriyoruz.herkes şarlatan olunca merak ediyorum; adam gibi adam mı arayacağız acaba?...

Yok Gibi

18 Mart 2012 Pazar



     Var iken yokmuşum gibi davranabiliyorum.
Saolsun çevremdekilerde oyunuma katılıp, bozuntuya vermiyorlar.
Yokmuşum gibiler...
Yok gibiler...



Otobüs Camı

7 Mart 2012 Çarşamba



     Hangimiz ömrümüzün bir parçasını otobüslerde veye duraklarda bırakmadık ki, saate vursan haftaya bölsen az yekün tutmaz hani.Kimi zaman kitaplar okumuşuzdur koltuklarında, kimi zaman müzik dinlemişizdir ayakta,kimi zaman otobüsün tutamağına yapışıp, kendimizi camın arkasındaki dünyaya vermişizdir.Kimi zaman başımız ağır gelmiştir,cama yaslamışızdır; dışarıdaki hayata bakarak "hayat beni neden yoruyorsun?" demişizdir.

    Kimi zaman buğulanmış camlar, kederli bakışlar, okulun derslerin sıkıntısı,otobüsün keşmekeşliği,"eve gitmek mi daha ağır,gitmemek mi?" sorusunun çıkmazları ister istemez yansır yüzlere.Bazen de geçirdiğimiz en keyifli zamanlardan sonra binilmiştir otobüse, o uzun yol alamamıştır içimizdeki mutluluğu,gözümüzdeki neşeyi.Yer verilmesi gereken ilk kişiye verilmiştir hemen sıcak koltuk.

    Ne kadar çok zaman geçirmişiz otobüste değil mi? kullandığım "kimi zamanlara" bakılırsa baya bi zaman...

Biten Gün

6 Mart 2012 Salı



Yok olduğum bu yer bir kin diyarı.
Bugün de ölmedim ve gülüyorum desem de yarın,
içimi çekiyorum.
Üzülüp geçiyorum kendime bakıyorum yine çabucak biten güne.

Dünya Bu kadını Konuşuyor

4 Mart 2012 Pazar



        Avustralya’nın Melbourne kentinde yaşayan Nicole'nın atı Astro nun sahilde çamura saplanması ona kabus anları yaşattı. Suların medcezir nedeniyle az sonra yükseleceği aklına geldikçe çıldırıyordu. Kurtarma ekibi gelene kadar Astroyu sakinleştirmek için onunla konuşuyor, öpüp boynunu okşuyor ve onun için gözyaşı döküyordu.
  
      Atı için çırpınan Nicole nın bu fotoğrafı neler anlatmıyor ki, neler; insanlığımdan utandım bir kere daha bu fotoğraf karşısında. O kadar doğal, o kadar içten, o kadar candan, o kadar samimi, o kadar gerçekçi ki; dünya o an, onun için durmuş tek kederi olan Astronun ruhuna inmek ve yalnız olmadığını anlatmak için, ondan daha fazla çırpınıyordu. Affet beni affet, fark edemedim, benim suçumdu, ama sakin ol, seni buradan kurtaracağız, aksini düşünmek bile istemiyorum, seni çok seviyorum, sen de bunu biliyorsun diyordu.Bu nasıl bir sevgi, bu nasıl bir bağlılık, bu nasıl bir tezahür, bu nasıl bir birikim, bu nasıl bir patlamaydı böyle, gıpta etmemek, hayran olmamak elde değil, abartı bulanlar varsa da eksikliklerini saklamak isteyen megalomanlardır diye düşünüyorum.

     Biz neler gördük, neler. Ne hayvanın kıymeti vardı, ne de insanın. Küreselleşen, globalleşen dünyamız da bilişim, teknoloji ve uzay çağını yaşadığımız şu günler de, insanlar yalnızlaşıyor, birbirlerinden uzaklaşıyorlardı. Bazı duygularımızı kaybettiğimiz gerçekliğine, bencilliğimize, önce ben veya önce sen bir adım at beklentisi içinde olduğumuza, tokat gibi bir cevap mıydı bu? Evet, maalesef tokat gibi cevaptı. Kim istemez bu açık yürekliliğe sahip sevgiyi, kim istemez hayatı dolu dolu yaşayan bu insanı, kim istemez sen hangi durum da olursan ol seni yalnız bırakmayacağını bilmek, kim istemez her koşulda ona güvenebileceğini, kim istemez bu karşılıksız sevgiyi...

    Evet, Astroya kurtarma ekibi 3 saat sonra gelip, sakinleştirici iğne yapıp traktör yardımıyla sular altında kalmasına ramak kala kurtarıyorlar.


Süreç mi sonuç mu?

2 Mart 2012 Cuma

Aslında bu iki kelime birbirinin tamlayanı fakat son zamanlarda sonuç sürecin önüne geçmiş gibi. Hayatımızı sonuçlar üzerine kurmuş durumdayız. Hele bi doktor olalım, hele bi evlenelim, hele bi sınavı atlatalım vs. vs. derken yaşadığımız "anı" unutup gelecekteki "anı" yaşamaya başlıyoruz ve bu yüzden şu "anda" bir mutsuzluk ve tatminsizlik içindeyiz. Oysaki yaşadığımız her "an" kendine özgü ve biricik. Uzun lafın kısası herşey sonuç değil önemli olan yaşanan her "anın" değerini bilip hakkını vermek diyorum ve bunu çok iyi anlatan bir Ceyhun Yılmaz şiiri ile yazımı noktalıyorum efendim...

ÇIKMAZ SON
Çıkmaz bir yolun sonuna doğru adım adım yürüyorum
Yolun kenarında insanlar
Kimi kafasını iki yana sallıyor
Umutsuz...
Kimi abartılı el kol hareketleri
Beni uyarıyor
Görmezden gelerek
Yolun sonunu zaten bilerek
Şaşkınlıkla ağır ağır akıyorum
Bu benim kaçıncı seferim
Başka sokaklardan aynı çıkmaza kaçıncı gelişim
Unuttum...
Uyaranlar, sonunu bilmiyorum sananlar
Oysa ben yürümeyi seviyorum
Anlamıyorlar.

Şiiri dinlemek istiyorsanız tıklayın

Not: Bu yazı 28 Kasım 2011 günü yazılmıştır.