Sayfalar

LEGO

31 Ağustos 2013 Cumartesi



Çocuk gelişim uzmanı değilim ama bugün belli bir zeka seviyesine sahipsem (iyi ya da kötü / az ya da çok) bunun %30-40'ını çocukluğumda hatrı sayılır bir dönemi kapsayan lego oyuncaklarıma borçluyumdur herhalde. O lego parçalarını saklayıp kendi çocuklarıma miras bırakmayı çok isterdim ama hepsi bir şekilde dağıldı gitti. Şimdi gidip hazırını almaktan çok daha değerlilerdi zira hatırlayan çoktur, gazeteler her gün üç-beş parça verirdi, onları biriktirirdik. O yüzden mesela tek ve büyük bir modelim hiç olmadı benim. Ne yapacaksanız elinizdekilerle yapıyordunuz ve en sanırım en önemlisi, kimse size ne yapacağınızı ya da nasıl yapacağınızı söylemiyordu.

Konu legonun hayatımdaki yeri değil gerçi, Lego'nun (firma olarak) kendisi. Geçenlerde bi haber gördüm, 7 yaşında bi çocuk biriktirdiği para ile bi lego modeli satın almış ancak bi süre sonra parçalardan (daha doğrusu figürlerden) birini kaybetmiş. Babası da çocuğu biraz cesaretlendirip firmaya mail atmasını söylemiş.  Çok zaman geçmeden firma şu cevabı yazmış:

"Luka, Sensei Wu'ya jay figürünü kaybetmenin tamamen bir kaza sonucu olduğunu ve tekrar böyle bir şey olmasına asla izin vermeyeceğini söyledim.

O da sana şunları iletmemi söyledi: "Luka, baban çok bilgili bir adama benziyor. ejderlerin, Spinjitzu'nun silahlarını koruduğu gibi sen de her zaman ninjago figürlerini korumalısın!"

Sensei Wu ayrıca sana yeni bir jay figürü göndermemin uygun olduğunu ve yanında bir şey de ekstradan göndermemin doğru olacağını söyledi çünkü christmas parasının hepsini Ultrasonic Raider'a saklayan biri gerçekten büyük bir ninjago hayranı olsa gerek.

Umarım jay figürünü ve silahlarını seversin. (...) Yanında ayrıca onunla savaşsın diye bir de kötü adam yolluyorum.
Sensei Wu'nun söylediğini asla unutma: Figürlerini Spinjitzu'nun silahları gibi koru! ve tabii ki, her zaman babanın sözünü dinle."

Firma-müşteri ilişkisi bundan öteye gidemez herhalde...

Anlam Verme Sistemi

8 Ağustos 2013 Perşembe

Metro durağındayım. Trenin gelmesini bekliyorum. Dikkatimi baba - oğul olduğunu tahmin ettiğim iki kişi çekti. Çocuğun elinde bir oyuncak araba var.Kesinlikle 6 yaşından büyük değil.

Tren geldi ve içeri girdim. Kulaklığım takılı, müzik dinliyorum. oturdum boş bir yere. Tesadüf o ki onlar da yanıma oturdu karşılıklı.tren harekete geçti. Önce dikkatimi çeken bu ikili artık ilgimi çekmeye başlamıştı.Çünkü farklıydılar, muhabbetleri farklıydı. Baba - oğul gibi değil iki samimi arkadaş gibiydiler.

Konuşurlarken bi ara çocuk babasından izin istedi arkadaşıyla sinema izlemeye gitmek için.Normalde klasik bir Türk erkeğinin bu soruya vereceği cevap şu olur.Hayır gidemezsin, sen daha küçüksün, başına bi iş gelir, ben babayım ve babaların sözü dinlenir! Ama ilginç şekilde babası ona hayır demedi, ona sinemaya gidebilmek için yapması gerekenleri tek tek anlattı. Önce filmi seçmeliydi sonra nerede izleyeceğine ve  seansına karar vermeliydi. İzleyeceği yere giden dolmuş, otobüs vs.leri bilmeli, hangi durakta bineceğini ve ineceğini bilmeliydi. Bütün bunları ve daha fazlasını kaybolmadan ve doğru şekilde yapabilecek misin diye sordu babası.

İlk başta kendinden emin olan çocuk babası anlattıkça korkmaya başladı belli ki babasının anlattıklarını nasıl yapacağı konusunda pek bi fikri yoktu.Düşüneyim dedi çocuk, düşün dedi babası. Çocuk bütün bunları düşünürken ben de fırsat bu fırsat diye düşünüp babasıyla tanıştım ve çocuğuyla kurduğu iletişimi hayranlıkla izlediğimi söyledim.Bir süre sohbet ettik.Sonra babası çocuğa döndü ve düşündün mü diye sordu. Çocuk bilmiyorum dedi, nasıl yapacağımı bilmiyorum üzüntülü bir şekilde. Babası bir süre durdu.Peki dedi hafif bir tebessümle, öğretmemi ister misin diye sordu.O anda çocuğun bakışları değişti, gözleri parladı ve yüzünde bir tebessüm oluştu. Eveet! diye bağırdı çocuk. Tamam dedi babası hepsini öğreteceğim zamanla dedi zamanla öğreteceğim.

Babası bu diyalogdan sonra durdu ve hatırlıyor musun dedi, kurallarımız vardı, yazmıştık beraber neydi onlar. Çocuk tek tek saymaya başladı. Her zaman ve her şartta elimden gelenin en iyisi yapacağım, benden daha bilgili ve tectübeli insanların sözlerini dinleyeceğim, arkadaşlarımla iyi geçineceğim vs...derken inmem gereken durağa geldi tren ve ağzım açık bir şekilde hoşçakalın, çok memnun oldum diyerek oradan ayrıldım.İndiğimde böyle bir iletişime tanık olmanın verdiği mutluluk ve daha uzun süre dinleyememenin üzüntüsü vardı.

Evet işte böyle...Anlatmam gereken bir hikaye daha var onu da bi ara yazıp yorumlarımı bit bütün olarak yapacağım ama şimdi bu işin uzmanı olan Doğan Cüceloğlu'na kulak vermenizi istiyorum