20 Aralık 2012 Perşembe
Bazen çok şeyler anlatmak istiyorum fakat sonra farkına varıyorum ki şu hayatta yapabildiğim en güzel şey susmak ve dinlemek...Bunun nedeni bunu sevmem mi yoksa konuşmaktan artık yorulmam mı bilmiyorum.
Kış geldi artık, apansız çöküverdi şehrin üzerine. Gün ağarıyor, sokaklar telaşlı,bulutlar tetikte,yağmurlar yorgun...
Bu zamanlarda kendini bırakmalı insan, hayatın bütün çılgınlıklarını bir kenara bırakıp biraz düşünmeli,anlamaya çalışmalı...gerekirse seline kapılmalı hüznün,yaşananlara bir çetele daha atmışken hayat...
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
09:31
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
12 Aralık 2012 Çarşamba
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
20:51
2
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
27 Kasım 2012 Salı
Bilmiyorum.
Sanki edebiyat, tarihin hiç bir köşesinde bu kadar pahalı olmamıştı. Tıpkı dünyanın binlerce yıl boyunca hiç bu kadar fakir duruma düşmemiş olması gibi. En kurak topraktan dahi mahsül almasını bilir hale geldik. Ve şu an sofralarımızdan dökülenlerle insan bir öğün doyabilir durumda. Buna rağmen Afrika'da insanlar açlıktan ölüyor. Halbuki dünya ne kıtlıklar, ne çoraklıklar, ne susuzluklar gördü gel zaman git zaman. Evet işte böyle. Yine de dünya belki, tarih boyunca hiç bu kadar fakir olmamıştı.
Ve edebiyat. Bir tık ile bin beş yüz yetmiş yedi sayfa koyabilir durumdayız cebimize. İnternet sayesinde. Üstelik bir de çöpe giden selülozdan sayfaların haddi hesabı yok. Mürekkeplerin hakeza öyle. Romanlar, şiir kitapları on lira, on beş lira, yirmi lira. İlkokula giden veledin elinde ayfon, heyçtisi. İlkokula giden veledin elinde ayped. Parmağımızla bir tık, yüzlerce blog. Binlerce blog. Okunmak için hazırolda bekler durumda her biri.
Peki neden içleri hep boş? Nasıl bu kadar çok konuşup da bu kadar az şey anlatabilmeyi başarıyorlar?
Ne demişti Robert Wilensky? "Bir daktilonun tuşlarına sonsuz bir süre boyunca gelişigüzel basan bir maymun, Shakespeare'in yapıtlarını neredeyse kesin olarak aynı şekilde yazabilir diye duymuştuk. Artık internet sayesinde bunun doğru olmadığını öğrenmiş olduk."
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
00:14
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
1 Kasım 2012 Perşembe
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
20:38
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
30 Ekim 2012 Salı
Birbirine sokuluyor bulutlar, uzun bir yasın başındalar. Bir damla bırakana katılacak diğerlerinin tutmak için kendilerini zorladıkları yaşları. Uğurlayacaklar son yazı, şehri yıkayıp paklayacaklar, hazırlayacaklar sonbahara. Bu şehrin huyu bu, kavruk yaz renklerinden, gelin çiçeklerinden sonra anlaşamadığı şeyler oluyor. Oysa deniz, yağmuruna kavuşmayı bekler içimizde, ama burada işler başka. Bulutlar azıcık ağlasalar, şehir birbirine karışıyor, her işi olumsuz gidiyor şehir insanının. Hani şu, günde birkaç aspirin, ağrı kesici, vitamin alan ve h harfi yutan rahat şehir insanlarından* bahsediyorum. N'aber?'in cevabı bu işte. Yağmurla yıkanınca sokaklarının tenhalaştığını ve duştan çıkan bir kadının aynaları buğulandırışına benzediğini görmüyorlar ya, ben en çok ona kırılıyorum.
Sonbaharın ikinci gelişi bu. Oraya erken geldi, buraya biraz gecikmeli. Geç bir yazın son fuşyasına yetişemediysem de kızaran yaprakların döne dolaşa suya uçuşunu yakalarım gibi.
Yeşil bir su değil buradaki, oradakinden biraz büyük ölçekli, en büyük birikintilerden biraz ufak, ismimizi karşılamaya yetecek bir mavilik..
Telefonlar var bu mevsim karşılama törenine yetişecek; uzak yakınlık.*
Ulaşamadığımın telâfisi gibi; eve dönenler..
Biz; eve dönenler. Aynı eve dönenler. Birlikte büyüyenler. Büyüdüğünü sanıp elbette ki karşılıklı bilinen sokak köşelerinde buluşanlar. Kediler.
Kedili şehirlerin çocukları. Büyüseler de büyümeseler de bir suya, ortak kaleme alınan anılar düşürenler.
Oynanılan oyunları anımsayamamanın değil, bir aralıkta birbirini bulmanın yarı buruk mutluluğuna kapılanlar.
Anne kokusunu duymaya gelip, bulutları dürtenler.
Gözlerimiz, yo hayır kalbimiz, belki de her şeyimiz..; artık sonbahar....
Sonbaharın ikinci gelişi bu. Oraya erken geldi, buraya biraz gecikmeli. Geç bir yazın son fuşyasına yetişemediysem de kızaran yaprakların döne dolaşa suya uçuşunu yakalarım gibi.
Yeşil bir su değil buradaki, oradakinden biraz büyük ölçekli, en büyük birikintilerden biraz ufak, ismimizi karşılamaya yetecek bir mavilik..
Telefonlar var bu mevsim karşılama törenine yetişecek; uzak yakınlık.*
Ulaşamadığımın telâfisi gibi; eve dönenler..
Biz; eve dönenler. Aynı eve dönenler. Birlikte büyüyenler. Büyüdüğünü sanıp elbette ki karşılıklı bilinen sokak köşelerinde buluşanlar. Kediler.
Kedili şehirlerin çocukları. Büyüseler de büyümeseler de bir suya, ortak kaleme alınan anılar düşürenler.
Oynanılan oyunları anımsayamamanın değil, bir aralıkta birbirini bulmanın yarı buruk mutluluğuna kapılanlar.
Anne kokusunu duymaya gelip, bulutları dürtenler.
Gözlerimiz, yo hayır kalbimiz, belki de her şeyimiz..; artık sonbahar....
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
20:53
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Oyun Biter
23 Ekim 2012 Salı
İş adamı traş olurken bir yandan da berberiyle sohbet etmektedir. Derken, kapının önünden ağır ağır geçmekte olan paspal bir çocuk görürler. Berber, iş adamının kulağına fısıldar; "Bu çocuk var ya, dünyanın en aptal çocuklarından biridir! Bak; dikkat et şimdi..."
Berber çocuğa seslenir: "Ali, buraya gel!". Bunun üzerine çocuk sakince dükkana girer ve yüzündeki aptalca sırıtmayla berberi selamlar.
Berber işadamının kulağına sessizce, "bak şimdi" diye fısıldar ve bir elinde 5 TL, diger elinde 20 TL lik bir banknot olduğu halde çocuğa sorar: "Hangisini istiyorsan alabilirsin?"
Çocuk dalgın dalgın bir 5 TL ye bir de 20 TL ye bakar ve sonunda 5 TL lik banknotu hızlıca çekerek berberin elinden alır.
Berber işadamına döner ve gülerek: "Gördün mü? Sana söylemiştim." der.Traş bitince işadamı sokağa çıkar ve az ileride kendi kendine oynayan Ali'yi görür. Yanına giderek, neden 20 TL değil de, 5 TL lik banknotu aldığını sorar.
Çocuk hiç de aptalca olmayan bir sırıtmayla yanıt verir:
"Hehehe... Eğer 20 TL yi alırsam oyun biter.
Berber çocuğa seslenir: "Ali, buraya gel!". Bunun üzerine çocuk sakince dükkana girer ve yüzündeki aptalca sırıtmayla berberi selamlar.
Berber işadamının kulağına sessizce, "bak şimdi" diye fısıldar ve bir elinde 5 TL, diger elinde 20 TL lik bir banknot olduğu halde çocuğa sorar: "Hangisini istiyorsan alabilirsin?"
Çocuk dalgın dalgın bir 5 TL ye bir de 20 TL ye bakar ve sonunda 5 TL lik banknotu hızlıca çekerek berberin elinden alır.
Berber işadamına döner ve gülerek: "Gördün mü? Sana söylemiştim." der.Traş bitince işadamı sokağa çıkar ve az ileride kendi kendine oynayan Ali'yi görür. Yanına giderek, neden 20 TL değil de, 5 TL lik banknotu aldığını sorar.
Çocuk hiç de aptalca olmayan bir sırıtmayla yanıt verir:
"Hehehe... Eğer 20 TL yi alırsam oyun biter.
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
19:47
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Yılın Fotoğrafı
21 Ekim 2012 Pazar
Her sene savaş muhabirlerine verilen ve bu yıl 19.'su yapılan "Bayeux-Calvados Ödülleri" sahiplerini buldu. Bu senenin ödülünü Fransız haber ajansı AFP'nin Yunan muhabiri Aris Messinis, Libya İç Savaşı sırasında çektiği yukarıdaki fotoğrafla kazandı.
Fotoğraf bir sokak çatısması esnasında, 3 direnişcinin yanında yer alan gitar çalan adam ile dikkat çekiyor. Adamın neden gitar çaldığı konusunda net bir fikir yok sanırım. Ya savaşın eğlenceli! birşey olduğunu düşünüyor ya da savaşın insanların kafasını nasıl allak bullak ettiğini kendince yorumluyor. Unutmayalım bir savaşın asla bir kazananı olmaz...
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
21:03
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
4 Ekim 2012 Perşembe
Gazete okurken, radyo dinlerken ya da kafede insanların konuşmalarına dikkat ederken, hep aynı sözlerin söylenip yazılmasından, hep aynı deyimlerin, süslü sözlerin, metaforların kullanılmasından çoğu zaman bıkkınlık, hatta tiksinti duyuyorum.
En kötüsü, kendime kulak vermem ve benim de hep aynı şeyleri söylediğimi saptamam. Müthiş aşınmış ve harap olmuş kelimeler bunlar, milyonlarca kez kullanılmaktan yıpranmışlar.
Hâlâ bir anlam taşıyorlar mı? Elbette, kelimeler yer değiştiriyor, insanlar onlara göre hareket ediyorlar, gülüp ağlıyorlar, sola ya da sağa gidiyorlar, garson kahveyi ya da çayı getiriyor.
Ama benim sormak istediğim bu değil. Sorum şu: Kelimeler düşüncelerin ifadesi mi hâlâ? Yoksa, lakırdıların içe kazılı izleri durmaksızın parladığı için insanları oraya buraya sürükleyen etkili ses oluşları mı sadece?
En kötüsü, kendime kulak vermem ve benim de hep aynı şeyleri söylediğimi saptamam. Müthiş aşınmış ve harap olmuş kelimeler bunlar, milyonlarca kez kullanılmaktan yıpranmışlar.
Hâlâ bir anlam taşıyorlar mı? Elbette, kelimeler yer değiştiriyor, insanlar onlara göre hareket ediyorlar, gülüp ağlıyorlar, sola ya da sağa gidiyorlar, garson kahveyi ya da çayı getiriyor.
Ama benim sormak istediğim bu değil. Sorum şu: Kelimeler düşüncelerin ifadesi mi hâlâ? Yoksa, lakırdıların içe kazılı izleri durmaksızın parladığı için insanları oraya buraya sürükleyen etkili ses oluşları mı sadece?
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
00:27
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
16 Eylül 2012 Pazar
"Kan kokusu almış bir köpekbalığından daha tehlikelisi, petrol kokusu almış emperyalizmdir.
Ama inanıyorum ki günü gelince silahsız gerçekler ve koşulsuz sevgi dünyada son sözü söyleyecektir."
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
22:22
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Marka
30 Ağustos 2012 Perşembe
Öyle bir dünya olmaya başladık ki insanlar giyimleriyle karşılanır, kuşamlarıyla uğurlanır olmaya başladı...
Telefon markamız kişiliğimizi belirler oldu, değer görmek için belli markaları giymek zorundayız, belli arabaları kullanmalı belli mekanlara gitmeliyiz. Saatimizin bile belli bir markası olmalı ki adam olalım...
Lütfen hayatla aranıza firmalar sokmayın.
Saatiniz sadece saati göstersin...
Telefon markamız kişiliğimizi belirler oldu, değer görmek için belli markaları giymek zorundayız, belli arabaları kullanmalı belli mekanlara gitmeliyiz. Saatimizin bile belli bir markası olmalı ki adam olalım...
Lütfen hayatla aranıza firmalar sokmayın.
Saatiniz sadece saati göstersin...
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
00:25
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Artık bayramlar pek de güzel değil
20 Ağustos 2012 Pazartesi
İnsanların gittikçe yalnızlaştığı günümüz dünyasında insanları birarada tutabilecek insanlara birbirini anlatabilecek nadir olaylardan biridir bayram...
Ama klişe bir laf vardır ya hani bayramlar artık eski bayramlar gibi değil diye hakkaten öyle...
Aileyle geçirebileceğin kaç bayramın kaldı ömrümde? Veya onların ömrüne sığdırabileceğin? Onlarla beraber olabilme imkanın varken, bu bayramların kaçını beraber geçireceksin...
Gerçi aile dediğin ne ki? Yenisi kuramıyor musun? Aile kavramı için, dil, din, kültür bile önemli değilken beraber geçirdiğin bayramların ne önemi var ki? Gereksiz anlam yüklemeleri.
Hadi diyelim bayram algısını böyle çökerttin, peki ya günler? Kaç günün kaldı ömründe? Veya onların ömrüne sığdırabileceğin. Onlarla beraber olabilme imkanın varken, bu günlerin kaçını beraber geçireceksin...
Ama klişe bir laf vardır ya hani bayramlar artık eski bayramlar gibi değil diye hakkaten öyle...
Aileyle geçirebileceğin kaç bayramın kaldı ömrümde? Veya onların ömrüne sığdırabileceğin? Onlarla beraber olabilme imkanın varken, bu bayramların kaçını beraber geçireceksin...
Gerçi aile dediğin ne ki? Yenisi kuramıyor musun? Aile kavramı için, dil, din, kültür bile önemli değilken beraber geçirdiğin bayramların ne önemi var ki? Gereksiz anlam yüklemeleri.
Hadi diyelim bayram algısını böyle çökerttin, peki ya günler? Kaç günün kaldı ömründe? Veya onların ömrüne sığdırabileceğin. Onlarla beraber olabilme imkanın varken, bu günlerin kaçını beraber geçireceksin...
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
00:03
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Hayat Keyfi
17 Ağustos 2012 Cuma
Dikkat ederseniz, satın aldığımız ürünlerin çoğu temel fizyolojik ihtiyaçlarımızın dışında yani "hayat keyfi" için alınan ürünler.
Elektronik eşyalar, ekstra kıyafetler, dekoretif ürünler, arabalar, ana besin maddeleri dışındaki yiyecek ve içecekler...
Ama ne büyük bir tezattır ki keyif ürünü diye aldığımız bu ürünler bize pek keyif getirmiyor.
Belki bu keyfi yaşayacak zamanımız olmadığından, belki daha fazla keyif ürünü elde etme hırsı, belki elimizdekileri kaybetme korkusundan, belki de sadece o ürün onda var o zaman ben de almalıyım, bende de olmalı gibi bi saçmalıktan.
Ne yazık ki bir ağustos böceğinin çaldığı araçtan çok daha fazla olanağımız, aracımız, gerecimiz olmasına rağmen onun tek bir çalgı ile aldığı hazzı alamıyoruz...
Elektronik eşyalar, ekstra kıyafetler, dekoretif ürünler, arabalar, ana besin maddeleri dışındaki yiyecek ve içecekler...
Ama ne büyük bir tezattır ki keyif ürünü diye aldığımız bu ürünler bize pek keyif getirmiyor.
Belki bu keyfi yaşayacak zamanımız olmadığından, belki daha fazla keyif ürünü elde etme hırsı, belki elimizdekileri kaybetme korkusundan, belki de sadece o ürün onda var o zaman ben de almalıyım, bende de olmalı gibi bi saçmalıktan.
Ne yazık ki bir ağustos böceğinin çaldığı araçtan çok daha fazla olanağımız, aracımız, gerecimiz olmasına rağmen onun tek bir çalgı ile aldığı hazzı alamıyoruz...
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
01:15
1 yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Still Alive
13 Ağustos 2012 Pazartesi
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
14:50
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
1 Ağustos 2012 Çarşamba
Bilmiyorum bana mı öyle geliyor ama gittikçe insan olmaktan çıktığımızı, toplum olma bilincinden uzaklaştığımızı düşünüyorum.
Artık insanlar birbirlerine eğer ki çıkarı yoksa selam bile vermiyor , birbirlerinin umrunda bile değilller.
İnsan bir iyilik yaparken karşılık bekler mi, beklemeli mi? Sadece bu iyiliği yapmış olmak onu mutlu etmeye yetmez mi?
Çizgi filmlerdeki gibi iyilerin hep iyi, köyülerin hep kötü olduğu dönem geride kaldı, artık herkes işine gelirse, herkes rüzgarı bekliyor...
Daha meraba demenin bile değerini bilmeyen adama sorsan altındaki Levi's kotun değerini şak diye söyler ama
Herşeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen insanlar olmaya başladık.
Efendim lütfen siz de iyilik yaparken yaptığınız iyiliğin önünü arkasını düşünmeyin, sadece yapın...
Yani kısaca, rastgele iyilik yapın...
Artık insanlar birbirlerine eğer ki çıkarı yoksa selam bile vermiyor , birbirlerinin umrunda bile değilller.
İnsan bir iyilik yaparken karşılık bekler mi, beklemeli mi? Sadece bu iyiliği yapmış olmak onu mutlu etmeye yetmez mi?
Çizgi filmlerdeki gibi iyilerin hep iyi, köyülerin hep kötü olduğu dönem geride kaldı, artık herkes işine gelirse, herkes rüzgarı bekliyor...
Daha meraba demenin bile değerini bilmeyen adama sorsan altındaki Levi's kotun değerini şak diye söyler ama
Herşeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen insanlar olmaya başladık.
Efendim lütfen siz de iyilik yaparken yaptığınız iyiliğin önünü arkasını düşünmeyin, sadece yapın...
Yani kısaca, rastgele iyilik yapın...
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
23:05
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
20 Temmuz 2012 Cuma
"Gürültü ve karmaşanın ortasından sakince geç, sessizlikte ne büyük bir huzur olduğunu hatırlayarak..."
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
23:22
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Hayata Dair
18 Temmuz 2012 Çarşamba
Tatilde bir Fransız dergi editörünün yazdığı "Dalgıç Giysisi Giymiş Kelebek" adlı kitabı okudum. Adam ağır bir hastalık geçiriyor ve tüm vücut fonksiyonlarını kaybediyor, serumla besleniyor, hareket ettirebildiği tek yeri sağ göz kapağı onu da mors alfabesi gibi kullanarak bu kitabı yazıyor.
Ayda bir kere bir dilim kızarmış patates yemesine müsade ediliyor. Tüm ayı sırf o patatesi yiyebilmenin hazzını yaşayabilmek için geçiriyor.
Hayat anlardan ibaret...
Sanırım artık herşeyden şikayet etmemeyi öğreniyorum ve bir dilim patatesten zevk alabilmeyi...
Hayat size verilmiş en büyük armağandır. Bunu anlamak için başınıza böyle bir olay gelmesi gerekmez.Etrafınıza bir bakın ve insanların bu inanılmaz hediyeyi nasıl mahvettiklerini görün.
Dert zannettiğimiz şeyler dert falan değil.
"Ekonomik kriz bizi mahvetti" diyenler, "sevgilim beni ter etti" diye üzülenler, "sınıfta kalıyorum" diye ağlayanlar, "ne olacak bu memleketin hali" diyenler...
Hayatın değerini anlamaya çalışın, anlayamasanız da bari onu hak etmeye çalışın.
Bu gece yine yatağıma çekildiğimde tanımadığım o iyi niyetli, samimi, dürüst insanlar için dua edeceğim.
Lütfen siz de edin...
Ayda bir kere bir dilim kızarmış patates yemesine müsade ediliyor. Tüm ayı sırf o patatesi yiyebilmenin hazzını yaşayabilmek için geçiriyor.
Hayat anlardan ibaret...
Sanırım artık herşeyden şikayet etmemeyi öğreniyorum ve bir dilim patatesten zevk alabilmeyi...
Hayat size verilmiş en büyük armağandır. Bunu anlamak için başınıza böyle bir olay gelmesi gerekmez.Etrafınıza bir bakın ve insanların bu inanılmaz hediyeyi nasıl mahvettiklerini görün.
Dert zannettiğimiz şeyler dert falan değil.
"Ekonomik kriz bizi mahvetti" diyenler, "sevgilim beni ter etti" diye üzülenler, "sınıfta kalıyorum" diye ağlayanlar, "ne olacak bu memleketin hali" diyenler...
Hayatın değerini anlamaya çalışın, anlayamasanız da bari onu hak etmeye çalışın.
Bu gece yine yatağıma çekildiğimde tanımadığım o iyi niyetli, samimi, dürüst insanlar için dua edeceğim.
Lütfen siz de edin...
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
22:56
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Hoşgeldin
1 Temmuz 2012 Pazar
Laboratuvarıma hoşgeldin.
Koşmakla bitmeyen bi yol bu yok dengi...
Koşmakla bitmeyen bi yol bu yok dengi...
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
01:01
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Yağmur
13 Haziran 2012 Çarşamba
Sokak;
Ağladığını düşünsün diye
Yağmur damlalarının kaldığı camın arkasından baktı çocuk.
Yalnızdı sokak kendi çıkmazlarında
Ve çocuğu çağırmadı...
Oysa çocuk gelmek için
onun onu çağırması için seçmemiş miydi damlalı camı..
Ağlamaya başladı çocuk
Şimşek çaktı , sustu çocuk
Yağmur da ağlıyordu
Yağmurun damlalarını bıraktığı camdan bakmaya devam etti çocuk...
Ağladığını düşünsün diye
Yağmur damlalarının kaldığı camın arkasından baktı çocuk.
Yalnızdı sokak kendi çıkmazlarında
Ve çocuğu çağırmadı...
Oysa çocuk gelmek için
onun onu çağırması için seçmemiş miydi damlalı camı..
Ağlamaya başladı çocuk
Şimşek çaktı , sustu çocuk
Yağmur da ağlıyordu
Yağmurun damlalarını bıraktığı camdan bakmaya devam etti çocuk...
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
00:21
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Bilinemeyen İnsan
5 Haziran 2012 Salı
Suskunluğun siyah okyanusundaki cam fanuslu bir dalgıç gibi yaşıyordu insan, kendisini dış dünyaya bağlayan halatın kopmuş olduğunu ve o sessiz derinlikten hiçbir zaman yukarı çekilmeyeceğini ayrımsayan bir dalgıç gibi hatta. Yapacak, duyacak, görecek hiçbir şey yoktu, her yerde ve sürekli hiçlikle çevriliydi insan, boyuttan ve zamandan tümüyle yoksun boşlukla. Bir aşağı bir yukarı yürürdü insan, düşünceleri de onunla birlikte bir aşağı bir yukarı, bir aşağı bir yukarı yürüyüp dururdu...
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
23:15
2
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Today I'm afraid of yesterday...
22 Nisan 2012 Pazar
İnsan acısıyla beslenen bu kentte yitip gideceğini fısıldadı. Sonra Kafka'nın sözleri geldi aklına:
"Bir noktadan sonra artık geriye dönüş yoktur
İşte varılması gereken yer o noktadır."
Sonunda o noktadayım...
İşte varılması gereken yer o noktadır."
Sonunda o noktadayım...
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
22:33
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Tanım
6 Nisan 2012 Cuma
Yalnızca sözlük tanımıyla kalıba sığmayacak göreceli kelimeler var hayatta...Dünya üzerinde kaç insana sorarsan sor hepsinden farklı cevaplar alırsın.
Neden?
Çünkü söylediği hissettiğidir, yaşadığıdır, acısıdır, sevincidir, heyecanıdır, bir anlık hatasıdır, en doğru tercihidir ya da her ne ise...kelime anlamı kişiye göre değiştiği gibi yaşanılan/ hissedilen şeye göre de sürekli bir değişim içerir bence...
Neden?
Çünkü söylediği hissettiğidir, yaşadığıdır, acısıdır, sevincidir, heyecanıdır, bir anlık hatasıdır, en doğru tercihidir ya da her ne ise...kelime anlamı kişiye göre değiştiği gibi yaşanılan/ hissedilen şeye göre de sürekli bir değişim içerir bence...
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
21:11
1 yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Soytarı Çağı
24 Mart 2012 Cumartesi
Günümüz dünyasında mutlaka "soytarı" olmalısınız.Olmazsanız ne mi olur?
Kimsenin umursamadığı,aldırmadığı kişiler olursunuz.Hatta daha kötüsü, bir soytarı olamazsanız soytarıların bile alay ettiği biri haline gelirsiniz.
Tartışma programlarında en çok soytarılık yapan kişi kazanıyor, maç programlarında en çok soytarılık yapan kişi izleniyor.Magazin,diziler,yarışma programları,konuklu konuksuz programlar vs. soytarılık yapmazsan tutmuyor.Soytarılığın ibresi yükseldikçe reytingler artıyor,cepler doluyor,taraftar çoğalıyor,soytarı olmayanlar bu halkaya dahil olmak için soytarı olmaya çoktan hazırlar zaten.
Malesef günümüz dünyasında soytarının gölgesinden türemiş, şarlatanlar var ve böyle olmasına da biz prim veriyoruz.herkes şarlatan olunca merak ediyorum; adam gibi adam mı arayacağız acaba?...
Kimsenin umursamadığı,aldırmadığı kişiler olursunuz.Hatta daha kötüsü, bir soytarı olamazsanız soytarıların bile alay ettiği biri haline gelirsiniz.
Tartışma programlarında en çok soytarılık yapan kişi kazanıyor, maç programlarında en çok soytarılık yapan kişi izleniyor.Magazin,diziler,yarışma programları,konuklu konuksuz programlar vs. soytarılık yapmazsan tutmuyor.Soytarılığın ibresi yükseldikçe reytingler artıyor,cepler doluyor,taraftar çoğalıyor,soytarı olmayanlar bu halkaya dahil olmak için soytarı olmaya çoktan hazırlar zaten.
Malesef günümüz dünyasında soytarının gölgesinden türemiş, şarlatanlar var ve böyle olmasına da biz prim veriyoruz.herkes şarlatan olunca merak ediyorum; adam gibi adam mı arayacağız acaba?...
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
20:53
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Yok Gibi
18 Mart 2012 Pazar
Var iken yokmuşum gibi davranabiliyorum.
Saolsun çevremdekilerde oyunuma katılıp, bozuntuya vermiyorlar.
Yokmuşum gibiler...
Yok gibiler...
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
00:06
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Otobüs Camı
7 Mart 2012 Çarşamba
Hangimiz ömrümüzün bir parçasını otobüslerde veye duraklarda bırakmadık ki, saate vursan haftaya bölsen az yekün tutmaz hani.Kimi zaman kitaplar okumuşuzdur koltuklarında, kimi zaman müzik dinlemişizdir ayakta,kimi zaman otobüsün tutamağına yapışıp, kendimizi camın arkasındaki dünyaya vermişizdir.Kimi zaman başımız ağır gelmiştir,cama yaslamışızdır; dışarıdaki hayata bakarak "hayat beni neden yoruyorsun?" demişizdir.
Kimi zaman buğulanmış camlar, kederli bakışlar, okulun derslerin sıkıntısı,otobüsün keşmekeşliği,"eve gitmek mi daha ağır,gitmemek mi?" sorusunun çıkmazları ister istemez yansır yüzlere.Bazen de geçirdiğimiz en keyifli zamanlardan sonra binilmiştir otobüse, o uzun yol alamamıştır içimizdeki mutluluğu,gözümüzdeki neşeyi.Yer verilmesi gereken ilk kişiye verilmiştir hemen sıcak koltuk.
Ne kadar çok zaman geçirmişiz otobüste değil mi? kullandığım "kimi zamanlara" bakılırsa baya bi zaman...
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
22:06
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Biten Gün
6 Mart 2012 Salı
Yok olduğum bu yer bir kin diyarı.
Bugün de ölmedim ve gülüyorum desem de yarın,
içimi çekiyorum.
Üzülüp geçiyorum kendime bakıyorum yine çabucak biten güne.
Bugün de ölmedim ve gülüyorum desem de yarın,
içimi çekiyorum.
Üzülüp geçiyorum kendime bakıyorum yine çabucak biten güne.
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
20:24
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Dünya Bu kadını Konuşuyor
4 Mart 2012 Pazar
Avustralya’nın Melbourne kentinde yaşayan Nicole'nın atı Astro nun sahilde çamura saplanması ona kabus anları yaşattı. Suların medcezir nedeniyle az sonra yükseleceği aklına geldikçe çıldırıyordu. Kurtarma ekibi gelene kadar Astroyu sakinleştirmek için onunla konuşuyor, öpüp boynunu okşuyor ve onun için gözyaşı döküyordu.
Atı için çırpınan Nicole nın bu fotoğrafı neler anlatmıyor ki, neler; insanlığımdan utandım bir kere daha bu fotoğraf karşısında. O kadar doğal, o kadar içten, o kadar candan, o kadar samimi, o kadar gerçekçi ki; dünya o an, onun için durmuş tek kederi olan Astronun ruhuna inmek ve yalnız olmadığını anlatmak için, ondan daha fazla çırpınıyordu. Affet beni affet, fark edemedim, benim suçumdu, ama sakin ol, seni buradan kurtaracağız, aksini düşünmek bile istemiyorum, seni çok seviyorum, sen de bunu biliyorsun diyordu.Bu nasıl bir sevgi, bu nasıl bir bağlılık, bu nasıl bir tezahür, bu nasıl bir birikim, bu nasıl bir patlamaydı böyle, gıpta etmemek, hayran olmamak elde değil, abartı bulanlar varsa da eksikliklerini saklamak isteyen megalomanlardır diye düşünüyorum.
Biz neler gördük, neler. Ne hayvanın kıymeti vardı, ne de insanın. Küreselleşen, globalleşen dünyamız da bilişim, teknoloji ve uzay çağını yaşadığımız şu günler de, insanlar yalnızlaşıyor, birbirlerinden uzaklaşıyorlardı. Bazı duygularımızı kaybettiğimiz gerçekliğine, bencilliğimize, önce ben veya önce sen bir adım at beklentisi içinde olduğumuza, tokat gibi bir cevap mıydı bu? Evet, maalesef tokat gibi cevaptı. Kim istemez bu açık yürekliliğe sahip sevgiyi, kim istemez hayatı dolu dolu yaşayan bu insanı, kim istemez sen hangi durum da olursan ol seni yalnız bırakmayacağını bilmek, kim istemez her koşulda ona güvenebileceğini, kim istemez bu karşılıksız sevgiyi...
Evet, Astroya kurtarma ekibi 3 saat sonra gelip, sakinleştirici iğne yapıp traktör yardımıyla sular altında kalmasına ramak kala kurtarıyorlar.
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
22:22
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Süreç mi sonuç mu?
2 Mart 2012 Cuma
Aslında bu iki kelime birbirinin tamlayanı fakat son zamanlarda sonuç sürecin önüne geçmiş gibi. Hayatımızı sonuçlar üzerine kurmuş durumdayız. Hele bi doktor olalım, hele bi evlenelim, hele bi sınavı atlatalım vs. vs. derken yaşadığımız "anı" unutup gelecekteki "anı" yaşamaya başlıyoruz ve bu yüzden şu "anda" bir mutsuzluk ve tatminsizlik içindeyiz. Oysaki yaşadığımız her "an" kendine özgü ve biricik. Uzun lafın kısası herşey sonuç değil önemli olan yaşanan her "anın" değerini bilip hakkını vermek diyorum ve bunu çok iyi anlatan bir Ceyhun Yılmaz şiiri ile yazımı noktalıyorum efendim...
ÇIKMAZ SON
Çıkmaz bir yolun sonuna doğru adım adım yürüyorum
Yolun kenarında insanlar
Kimi kafasını iki yana sallıyor
Umutsuz...
Kimi abartılı el kol hareketleri
Beni uyarıyor
Görmezden gelerek
Yolun sonunu zaten bilerek
Şaşkınlıkla ağır ağır akıyorum
Bu benim kaçıncı seferim
Başka sokaklardan aynı çıkmaza kaçıncı gelişim
Unuttum...
Uyaranlar, sonunu bilmiyorum sananlar
Oysa ben yürümeyi seviyorum
Anlamıyorlar.
Şiiri dinlemek istiyorsanız tıklayın
Not: Bu yazı 28 Kasım 2011 günü yazılmıştır.
ÇIKMAZ SON
Çıkmaz bir yolun sonuna doğru adım adım yürüyorum
Yolun kenarında insanlar
Kimi kafasını iki yana sallıyor
Umutsuz...
Kimi abartılı el kol hareketleri
Beni uyarıyor
Görmezden gelerek
Yolun sonunu zaten bilerek
Şaşkınlıkla ağır ağır akıyorum
Bu benim kaçıncı seferim
Başka sokaklardan aynı çıkmaza kaçıncı gelişim
Unuttum...
Uyaranlar, sonunu bilmiyorum sananlar
Oysa ben yürümeyi seviyorum
Anlamıyorlar.
Şiiri dinlemek istiyorsanız tıklayın
Not: Bu yazı 28 Kasım 2011 günü yazılmıştır.
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
21:35
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
İnsan Olmak
26 Şubat 2012 Pazar
Bugünlerde en çok unuttuğumuz kavramlar vicdan ve merhamet. İnsan olmanın en temel erdemi. Hepimiz televizyonlarda veya gazetelerde görüyoruz; adam birisine çarpıyor, acaba son model arabama birşey oldumu diye inip bakıyor. Çarptığı insan ne halde umrunda değil. Biz ne zaman bu kadar kötü olmayı becerebildik. Oysaki her zaman ismimizin başında ne kadar çok sıfat olması ile övünen bir millet olduk. Biz dindar, muhafazakar, milliyetçi, laik, entel, dantel, sağcı veya solcuyuz. Sizce insan olmayı beceremedikten sonra bu kavramlar belirtisiz isim tamlamaları olmaktan öte gidebiliyor mu?
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
23:50
1 yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Alice Harikalar Diyarında
20 Şubat 2012 Pazartesi
"Alice Harikalar Diyarında" bir çocuk kitabı gibi gözükse de aslında herkes için yazılmış müthiş bi hikaye kitabıdır. Orda bi hikaye vardır; Alice ve tavşan beraber yola çıkarlar.Tavşan önde Alice de tavşanın peşindedir.Uzun süre giderler. Sonra yol birden ikiye ayrılır.Tavşan yol ayrımında durur, Alice de durur.Sonra Alice tavşana sorar: Hangi yoldan gidelim? tavşanın cevabı inanılmazdır: Nereye gittiğini bilmiyorsan hangi yoldan gittiğinin bi önemi yok...
Aslında bu hikaye hayatta hepimizin başından geçiyor. Hayatta yolumuza devam ederken karşımıza seçenekler(yollar) çıkıyor ve biz birini seçip yola devam ediyoruz fakat kimse nereye gittiğini gerçekten bilmiyor ve sanırım bütün bu sıkıntılarımızın en önemli nedenlerinden biri de bu...
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
23:14
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Dostluk
17 Şubat 2012 Cuma
Geçen gün dostlukla ilgili bi tanım okudum. “Dostluk; düşünceleri, korunaklı bir alandan açık havaya fırlatıp birlikte koşturmak demek.” Bence inanılmaz güzel bir tanım olmuş. Kendini onun yanında rahat hissetmek, rahatça konuşmak. O düşünceleri havaya fırlattıktan sonra gözün arkada kalmaması, insanın kendini özgür hissettiği nadir an’lardan biri...
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
23:55
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Kalabalık
15 Şubat 2012 Çarşamba
Korku geliyor insana. Kalabalıkların verdiği bir duygu bu. Dolaşıyorsun sokakta, yüzler geçiyor birbiri ardına. Tek bir tanıdık yok, bildik yok, şöyle sana bir şeyler hatırlatan bir bakış, bir gülüş yok. Hep yabancı, herkes birbirine yabancı. Nerdeyse herkes birbirine kayıtsız, acımasız, neredeyse düşman...
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
22:41
1 yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Yağmur Damlası
12 Şubat 2012 Pazar
Bir üzüntüdür beni kavrardı. Bu, içinde kaderin, kederin, sefaletin, zenginliğin, saadetin, insan ömrüne takılı binlerce şeyin birbirine karıştığı yağmur damlası şuracıkta idi. İyice kapanmış perdeleri sıyırıp camı açarak, bu damlayı bardağıma damlatmak arzusuna kapılırdım...
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
21:30
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Çocukluğun Güzel Günleri
8 Şubat 2012 Çarşamba
Tatil günleri.. Şimdilerde... Sokak aralarından geçerken... gözüme pijamalı aile babaları ilişirse, kışın,yağmurlu gri günlerde tüten soba bacalarına ilişirse gözlerim... evlerin pencere camları buharlaşmışsa... odaların içine asılmış çamaşırlar görürsem... bulutlar ıslak kiremitlere yakınsa, yağmur çiseliyorsa, radyolardan naklen futbol maçları yayımlanıyorsa, tartışan insanların sesleri sokaklara dek yansıyorsa, ve hayat sen farkında olsan da olmasan da bütün çılgınlığıyla devam ediyorsa, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek...isterim hep...
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
18:29
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
HOŞ GELDİK / BULDUK
7 Şubat 2012 Salı
Haydi o zaman!
Okumayı yeni sökmüş çocuklar gibi değil de, yazmaya yeni başlayan çocuklar gibi....
Başlayalım!
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
16:07
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
"There's no sense crying over every mis-take,"
"You just keep on trying 'till you run out of cake"