İnception (Başlangıç) 'ın çok dikkati çekmeyen ama bana göre filmin en can alıcı diyaloğunda Leonardo (Cobb) sorar: "En tehlikeli parazit nedir?" Şıkları da sayar "Virüs mü? Bakteri mi?Bağırsak kurdu mu? Hayır hayır, en tehlikeli parazit bir fikirdir. Çünkü gerçekten özümsenmiş, kafaya oturtulmuş bir fikir her zaman orada kalır, asla oradan çıkmaz..."
Hal böyle olunca insanın hayattaki en büyük sınavlarından biri bu olmuş oluyor, bilginin gerçekliği, doğruluğu yada dogmalığı, olumlu yada olumsuz anlamda kullanımı insan için hayatın temel parametrelerinden biri oluyor.
Günümüzde artık savaşların topla tüfekle fiziksel olarak değil de zihinsel olarak yapıldığını görüyoruz.Önce toplumları enformasyonsuz bırakıyorsun ki Orwell ve Huxley'ın bu konudaki teoremleri meşhurdur. Sonra topluma zamanla medya aracılığıyla belli fikirleri empoze etmeye başlıyorsun. Toplumda da belli bir okuma, araştırma, düşünme kültürü olmadığından zamanla o fikir yerleşmeye ve zihinlerde yer bulmaya başlıyor ve bizim gerçeğimiz oluyor.Daha sonra kitleleri istediğin gibi yönlendirebiliyorsun, yönetebiliyorsun, bu sayede savaşa gerek de kalmıyor.
Tabi toplumun da buna meyilli olması lazım, saolalım bu alanda da çok başarılıyız! Yılda kişi başına düşen kitap sayısı İsviçre'de 10, Japonya'da 25. Türkiye'de ise 6 kişiye 1 kitap düşüyor.Yani biz bilgiyi önemsemiyoruz, bilgiyi talep etmiyoruz. Bizim bütün bilgilerimiz medyada görüp okuduğumuz ya da çevreden duyduklarımız.Peki ya bu bilgiler doğru ve gerçek değilse?...
Bunu siz de çok kolay tasdik edebilirsiniz, bi arkadaşınızla konuşurken, arkadaşınız içinde bilgi olan bir ifade kullandığında ona "neden bu böyle? bunu nereden biliyorsun?" diye sorun, cevabı büyük olasılıkla birinden yada bir yerden duymuştum olacaktır.
Bunun hakkında biraz düşünürseniz aslında göreceksiniz ki bildiğimizi sandığımız birçok şey aslında bilmediklerimiz.Bütün bunlar sonunda bizde kontrol edilebilir kalıplar oluş(turul)uyor. Kalıp ifadeler, kalıp algılar,kalıp düşünceler...Fikri başkaları üretiyor biz de kullanıyoruz üzerinde çok düşünmeden. Siyasi anlamdaki sağ - sol kavramı bile böyle bir kalıp birilerinin zamanında söylediği ve bizim kabul ettiğimiz.Bu çok basit bir örnek ama biraz düşündüğünüzde en azından zihinsel anlamda bir "matrix"in içinde olduğumuzu bir "akıl tutulması" içinde olduğumuzu görüyoruz.
Evet bu savaşın çok gerisindeyiz belki de çoktan kaybettik ama en azından farkında olalım. Yapmamız gereken şeyler ise bilgi kaynaklarımızın güvenilir olması ve kafamızda belli bir fikri oluştururken üzerinde yeterince düşünmemiz...Ha diyosanız ki biz halimizden memnunuz o zaman bu yazıyı hiç okumamış sayabilirsiniz kendinizi.
Hepsi Bir Fikir
23 Eylül 2013 Pazartesi
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
20:02
4
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
11 Eylül 2013 Çarşamba
"Tak! Tak! Tak! Bayanlar baylar! Akşam yemeği servisimiz başlamıştır."
Herkes masadaki isim kartlarına bakıp bu seçkin, akademik "yüksek masa" yemeği boyunca yanına oturacak kişinin ilgi alanına göre bir "konuşma konuları listesi" hazırlamaya başlamıştı kafasında. Seçkin akademik konukların hepsi bu "sıkıcı Oxford yemekleriyle" ilgili, en az onlarca kez yapıp sınadıkları iyi esprilerini yan yana diziyorlardı akıllarında.O akşamki menüyü, sadece kariyerleri bakımından hiçbir işine yaramayacak kişilerin yanına düşenler merak ediyordu.
Dekanın eliyle yapması gereken "Buyrun" işareti geciktikçe, acele etmenin ve giderek her türlü heyecanın uygunsuz sayıldığı yemekte, sandalyelerin başında bekleyenler eften püften sohbetlerini uzatmakta zorlanıyordu.Nihayet komut verildi, icabet edildi.Süslenerek ne kadar lezzetsiz olduğu unutturulmaya çalışılan İngiliz mutfağının ilk trajedisi, giriş yemeği olarak servis ediliyordu.Tatları bu akademik azamete hiç yakışmayan şaraplara, herbiri üç doktora yapmış gibi görünen,Kolej'in orta yaşlı garsonları tarafından döndürülerek, yan yatırılıp, sanki başka seçenek varmış gibi markası gösterilip tattırılarak Fransız havası veriliyordu.
Kimsenin davet edilmeden gelemeyeceği ve ilk kez böyle bir yemeğe davet edilenlerin, daha sonra zorlama bir alayla ama muhakkak olduğundan daha görkemli anlatacağı yemekte, herkes herşeyi aynı hızda yiyor, şarabı aynı büyüklükteki yudumlarla içmeye gayret ediyordu.Beyaz masaların üzerine ana yemeğe varılıncaya kadar hiçbirşey damlamıyor, yüksek tavandaki avizelerle çoğalan ışık, menünün zavallılığını gizlemek için bol bol çıkarılmış gümüş çatal-bıçak takımlarını olduğundan daha büyük gösteriyordu.
...
Kimse kimseden bir hakikat, gerçek bir hikaye beklemiyordu.
Bütün bu insanlar en iyi ihtimalle, insanlığın baş edemeyeceği kadar büyümüş bilgi yumağına ancak bir cümle daha ekleyebileceklerini ve büyük bir ihtimalle bunu bile beceremeden ölüp gideceklerini biliyorlardı...
Muz Sesleri - 1
Herkes masadaki isim kartlarına bakıp bu seçkin, akademik "yüksek masa" yemeği boyunca yanına oturacak kişinin ilgi alanına göre bir "konuşma konuları listesi" hazırlamaya başlamıştı kafasında. Seçkin akademik konukların hepsi bu "sıkıcı Oxford yemekleriyle" ilgili, en az onlarca kez yapıp sınadıkları iyi esprilerini yan yana diziyorlardı akıllarında.O akşamki menüyü, sadece kariyerleri bakımından hiçbir işine yaramayacak kişilerin yanına düşenler merak ediyordu.
Dekanın eliyle yapması gereken "Buyrun" işareti geciktikçe, acele etmenin ve giderek her türlü heyecanın uygunsuz sayıldığı yemekte, sandalyelerin başında bekleyenler eften püften sohbetlerini uzatmakta zorlanıyordu.Nihayet komut verildi, icabet edildi.Süslenerek ne kadar lezzetsiz olduğu unutturulmaya çalışılan İngiliz mutfağının ilk trajedisi, giriş yemeği olarak servis ediliyordu.Tatları bu akademik azamete hiç yakışmayan şaraplara, herbiri üç doktora yapmış gibi görünen,Kolej'in orta yaşlı garsonları tarafından döndürülerek, yan yatırılıp, sanki başka seçenek varmış gibi markası gösterilip tattırılarak Fransız havası veriliyordu.
Kimsenin davet edilmeden gelemeyeceği ve ilk kez böyle bir yemeğe davet edilenlerin, daha sonra zorlama bir alayla ama muhakkak olduğundan daha görkemli anlatacağı yemekte, herkes herşeyi aynı hızda yiyor, şarabı aynı büyüklükteki yudumlarla içmeye gayret ediyordu.Beyaz masaların üzerine ana yemeğe varılıncaya kadar hiçbirşey damlamıyor, yüksek tavandaki avizelerle çoğalan ışık, menünün zavallılığını gizlemek için bol bol çıkarılmış gümüş çatal-bıçak takımlarını olduğundan daha büyük gösteriyordu.
...
Kimse kimseden bir hakikat, gerçek bir hikaye beklemiyordu.
Bütün bu insanlar en iyi ihtimalle, insanlığın baş edemeyeceği kadar büyümüş bilgi yumağına ancak bir cümle daha ekleyebileceklerini ve büyük bir ihtimalle bunu bile beceremeden ölüp gideceklerini biliyorlardı...
Muz Sesleri - 1
Gönderen
Önder UÇAR
zaman:
23:54
0
yorum
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
X'te paylaş
Facebook'ta Paylaş
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)