Dergileri karıştırıyordum. Bazı yazılar var, onları bir yere koyamıyorum. Yani tek derdim intizam ya! Buhranların hıncı ile dolmuş sayfalar. Analitik düşünce bir araçtır, çok yüklenince şalter atar ve kaybolur. Mümkündür ya artık, olmaz olmaz. Kimisi de yazar fırsat bu fırsatken. Ne de olsa yazı. O vakit birkaç sorunu vardır insanın, kafasında birkaç düşünce, aslında biraz demek lazım haşa! Daha basittir bana kalırsa yazılmadan önceki düşünceler. Malum o anda insan yaratıcı olur, çünkü boş vermiştir her şeyi, mantık da anlamsızdır. Gün görmemiş bir Türk dili edebiyatı çıkar ortaya. Burası biraz sakattır, arızalıdır işte. Acırım okurcağıza. Hele ki algı gücü ortalarda ise, yolun ortalarındaysa bilemez kimin tarafına geçeceğini.
Bu yazılarda her yazarın ipini tutmamak, iplememek gerekir. Yazdıkları kulağa hoş geliyordur, enteresandır ya, durmaz artık. Ben duruyor muyum?
Yazı yazıp, cümle aleme yaymaya herkes meyletmez, herkes yapmaz. Yine de kontrolsüz kalem sahipleri yüzünden bir yazı kirliliği var. Meşgul ediyorlar insanları. Bıraksalar millet birbiri ardına güçlü, özgün kavram/ fikir/ inanç/ vaka okuyacak. Özgün olması bir yazıyı değerli yapmaz, çünkü yazıdır en nihayetinde. Demiyor muyduk sonuna iki nokta koyup dili açıklamıyor muyduk? İnsanların duygu ve düşüncelerini ... bıdı bıdı... ifade etmesine yarayan... bıdı gıdı... iletişim aracı vesaire diye.
Hemen her bilim dalı hemen her sanat dalı bir miktar dil kullanır. Anlatılası bir şey vardır ve deriz ki biz bunu başkalarına nasıl açıklayalım, merak eden vardır belki. En iyisi yazalım da okusunlar deriz. Kendi kafamızdakini mümkünlük sepetine bindirip yolcu ederiz misafirperver zihinlere doğru.
Her şey kendisinin engelidir. Burada edebiyata geliyoruz. Burada dil, d-i-l olduğundan bir paradoks doğar, nur topu gibidir adını edebiyat eyleriz. Burada da işin özü aslında bir şeyi anlatmaktır hepsi bu. Karşının anlatması için bir şeyin güzelce anlatılması gerekir. Güzel derken? En baştaki amaca en uygun hizmeti sağlayacak bir üslup ile, amaç neydi düşüncemizi başka bir zihinde tezahür ettirmek. Bu anlatım üzerinden diğer insanlar yollarına devam edebilirler.
Tanımı kesin olmayan, genellikle soyut konularda edebi kayış kopar. Aşk diyelim mi, yalnızlık, ölüm, hüzün, ayrılık? Her akılda bu kavramlar için bir yer vardır. Olmalıdır. Bazılarının fikri vardır. Az bir insanın da söylenmeye değer sözü olurdu, belli başlı kimseler de bunları yazabilirdi ki çok kişi haberdar olsun Bu zincir kuruldukça, herkesin bir sözü oldu. Yazmak mümkündü her zaman, ancak bunu bir kitlenin gözüne sokmak kolaylaşınca ağzımızın tadı kaçtı, kulağımız paslandı, gözlerimiz kanlandı. Öncesindekilere klasikler dendi bu yüzden. Her şeyi okumak zorunda değiliz, kabul, zaten bunu yapmıyoruz ama ne bilelim sayfa sonu pişmanlığının olup olmayacağını.
Bahsettiğim ilham dolu buhranların buhar gücü ile asılırlar kalem kağıtlarına. Cümledeki kelimelerin yarısı gerçek anlamından boşanır. Aman Tanrım, sanat mı nedir bu, ne kadar da değişik, ne içli yazı ama!! Kıskanç olmadığını kanıtlayamazsın, eleştiremezsin bu serseri yazıları. Adam şair, adam büyük yazar, anlayamayız neler çektiğini. Yazının anlamını okurken sıfırdan yaratırız neredeyse. Bazen algısı o kadar yanlış işler ve fuzuli olanı öylesine büyütür ki yazar, anlarsınız ki bu durumda bir yeti değil yetersizlik var. Sonuçta okuyucunun zihninde belki bir düşünce oluşur tabi ama bu ortadaki işi değerli yapar mı? Bu atıp da tutturmak değil midir?
Bana bu lafları sarf ettirmeyecek pek çok da büyük edebi eser vardır. Hürmetler. Çok hoş - hoş olması yetmez- yeni, güçlü bir anlatımla bir yazı sunarlar. Dilin hakkını avcuna verirler, çünkü dil değerli, faydalı bir olguya hizmet ediyordur en sonunda.
Sen ölümün tanımını yaparken bok böceğinin yalnızlığını işleyebiliyorsun diye sana bir yer ayıramayız. Herkesin başkasına bulaşmadıkça lüzumsuz olma hakkı vardır, yazıktır. Ama acıma duygun yoksa da git kendi bucağında lüzumunu yitir.
Maksat edebiyatken edebiyat, felsefeyken felsefe, yemekken yemek yemek, konuşmakken konuşmak, eylemi lüzumsuz eder.
Sanat için sanat da olmaz. Kimse kendisi için yaşamaz. Hiçbir şeyin tanımı amacını kapsamaz. Mümkündür hepsi maalesef, etmeyin eylemeyin.
Edebiyat yalanlar söyletebilir, yeter ki güzel olsun. En basit örneğini her gün sosyal medyada görüyorum. Bir şeyi zıtlıklarla açıklarsan güzel, daha da acısı, doğru sanılıyor. Hadi yapalım :
İnsanın mutlak yalnızlığı kalabalıklarda yaşanır.
Karanlıklar hüküm sürdükçe yıldızlar olacaktır.
En cahil olanlar, en çok bilip de, en kolay inananlardır.
Bu sözlerin üzerine bir gerçek inşa edemeyiz. Bir yol çizemeyiz. Beğen butonuna tıklarız.
Sevincin edebiyatı da yoktur pek, bu da ilginç. Mutluluk, vefa, sadakat, onur, akıl, vicdan... niye sanata konu olmuyor zaten güzel olanlar. Burukluğu işleyip de güzelliği yaratmak zor olanın daha değerli olması ilkesine mi tapar? No pain, no gain, peki ama hayat bu kadar berbat değil ki.
Malum en büyük başyapıtlar da bir anlık çağrışımın ateşiyle dökülüp gelmiştir. Yani bilincin an be an damlayan şıpırtılı ürünü değillerdi. Biz akıllı insanlara henüz güvenemezken, ömürlerinin birikimini rastlantısal olarak yorumlayan bilinçaltına, organizmanın tesadüfi bilgeliğine nasıl güvenebiliriz?
Peki ne yapalım, yasaklasak mı bazı insanları? Bu görülmemiş şey değil. Fikirleri zararlı insanları yasaklarız. Boş yazan insanları ne yapsak? Yönetmek ile bulunabilecek gerçek bir çözüm yoktur (bu cümle üzerinden çok güzel giydirebiliriz pek çok makama ancak konu bütünlüğü diye bir şey varmış). Otokontrol, otokontrol. Ya da daha bilindik bir ifadeyle: adam olun!
Serpens Immunis
0 yorum:
Yorum Gönder